6 Mayıs 2024
 Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
(Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün.
Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.) Şeyh Gâlib 
Bir İslâm düşünürüne, mutasavvıf şairine insanı böyle tarif ettiren, onu “kâinatın süzülmüş özü, varlık ve oluşların gözbebeği” olarak değerlendiren irfan, İslâm irfanıdır. Bu düşüncenin kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir ve en kâmil insan örneği olan Hz. Muhammed(s.a.v)’dir. Bu kaynağa göre Allah Teâlâ insanı “ahsen-i takvîm” üzere; yâni yapı ve oluşların en güzeli, en mükemmeli içinde yaratmıştır. Ancak bu mükemmel yapı bir potansiyeldir, bir kabiliyettir, eskilerin deyişi ile bi’l-kuvvedir, onun fiil haline gelmesi, gerçekleşmesi insanın irade ve tercihine bırakılmıştır. İnsandan başka bütün varlıkların tekâmülü ilâhî kaderin çizdiği seyri takibeder, onu değiştirme iradesi ve cehdi varlığın kendisinden gelemez. İnsana ise muhtemelen “emanet” ile bu kastedilerek akıl ve irade verilmiştir, akıl ve irade ona bir yandan hürriyet, hür karar ve eylem alanı, diğer yandan yükümlülük ve sorumluluklar getirmiştir. İnsan akıl ve iradesi ile doğru da yapar yanlış da, günah da işler sevap da; benliğine, nefsine, güdü ve heyecanlarına, şehvet, gazap ve hırsına da kul olabilir Allah’a da; meleklerden de üstün olur, hayvanlardan da aşağı olabilir.  İnsan varlıklar içinde en şerefli ve değerli varlıktır.
Biz, hakikaten insanoğlunu şan şeref sahibi, değerli kıldık…”(İsra:17/70).
Allah onu bir amaç ve gaye için yaratmıştır. İnsan kulluk için yaratılmıştır (Zariyat:51/56).
İnsandan önce cinler, melekler ve diğer varlıklar yaratılmıştı. İnsanın yaratılışı bütün detaylarıyla Kur’anda anlatılması da dikkate şayandır. Daha önce yaratılan varlıkların yaratılışlarının detaylı anlatılmaması, insanın yaratılışının detaylı anlatılması dünya hayatı için yeni ve önemli bir başlangıç olduğu ve insanın diğer varlıklardan farklı ve değerli olduğuna da bir işarettir. Allah bütün varlıklar arasından insanı muhatap almıştır. Muhatap almak değer vermek ve şerefli olduğunu onaylamaktır. Allah meleklerin itirazına, şeytanın kin ve öfkesine rağmen insanı yaratmıştır (Bakara:2/30,34). İşte insanın yaratılış itibariyle yapı ve özelliği (fıtratı) budur. Onu, fıtratı için mümkün olan en yüksek kemal mertebelerine ulaştıracak iki kanat iman ve salih ameldir. İman asıl olarak gayb ile ilgilidir. (Allah’a, peygamberlere, kitaplara, âhirete, yaratılışa, dirilmeye, hesaba, mîzana, sırata, cennet ve cehenneme… imandır.), Salih amel ise dünya hayatını, hür bir seçim ve tercih sonucu olarak, Allah’ın irade ve rızası doğrultusunda yaşamaktır İslam’ın bütün emir ve yasaklarında insanın bir araç değil amaç olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsan bütün varlıklar içinde öne çıkarılmış, önemsenmiştir. Kâinattaki her şeyin insan için yaratıldığı ve ona musahhar kılındığı belirtilmiştir. Kâinat’ın imar görevinin de insana verildiği açıklanmıştır. Bütün peygamberler insanlardan seçilmiş ve yine insanlara gönderilmiştir. İnsan amaç varlıktır. İnsan varlığını Allah’tan alan, Allah’tan aldığı ruh ile varlıkları maddi boyutunun dışında kavrayan tek varlıktır. İnsan etkendir, edilgen değildir. Hayatın merkezinde insan vardır. Neden insan amaç varlık ve öznedir, faildir?
1.Anasır-ı Erbaa’yı (hava-toprak-ateş ve su) kendinde bulunduran varlıktır.
2.Allah’a ait olan halk (yaratma) sıfatı hariç bütün sıfatları kendi ölçeğinde üzerinde taşıyan varlıktır.
3.İnsan konuşan tek varlıktır.
4.Dinin hedef aldığı temel varlıktır.
5.Peygamberlerin gönderildiği varlıktır.
6.Kâinattaki bütün varlıkların emrine musahhar kılındığı varlıktır.
7.İnsan irade sahibi tek varlıktır.
Bütün bunlardan dolayı insanı önemsememiz gerekir. Allah’ın ona verdiği bu hakkı teslim etmemiz gerekir. Bunu bir lütuf olarak değil bir görev olarak algılamalıyız. Hakkı teslim etmemek, hak sahibine hakkını vermemek zulümdür. Müslümanların da zulümden ve zulmetmekten kaçınması, hakkı hak sahibine vermek için mücadele etmesi, adaletin hakim olması için çalışması gerekir. Zira müslümanın görevi adaleti tesis etmek ve devamlı kılmaktır. İnsanı bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. İnsan beden, akıl ve ruh üçlüsünden müteşekkildir. Bulardan biri ile insanı ele alıp değerlendirdiğimiz zaman eksik değerlendirmiş oluruz. Nitekim tarihte; Fıkıh insanı beden olarak, Kelam Akıl- Kafa olarak, Tasavvuf ise ruh olarak algılamış ve ona göre çözüm üretmeye çalışmış, ancak yapılan bütün bu değerlendirmelerin eksik ve yanlış olduğunu görmekteyiz. İnsanı parçalara bölerek yapılan her değerlendirme eksik veya yanlış olmaya mahkumdur. Zira insan bir bütündür bölünme ve parçalanma kabul etmez, insanın bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. İnsana değer vermek durumundayız. Zira insan fıtri olarak birçok değerle birlikte donatılmış, yaradan onu üstün yaratmıştır. İnsan tozlanabilir, kirlenebilir ancak değerinden bir şey kaybetmez. Toz ve kirler her zaman temizlenebilir, yani geçici ve arızidir. Günah tabii değil arızidir. Tevbe edilip günahtan uzaklaşıldığı zaman kişi kirlerinden arınmış olur. Değerli olan bir şey kirlerinden arındıktan sonra eski özelliğini tekrar kazanır. İnsan eğitiminde esas olan, kişiyi fıtratıyla buluşturmak, yaratılış özellik ve güzelliklerinden haberdar etmek, farkına vardırmaktır. Kişiyi bütün özellikleriyle tanıyıp onları daha ileriye götürmek, geliştirmek gerekir. Kişiyi başka bir kişilikle değiştirmek, olduğundan farklı bir kişilik ve kimliğe büründürmeye çalışmak eğitim değildir. Zaten burada başarılı olmak ta mümkün değildir. Bununla kişide bazı istenmeyen davranışlar meydana getirilebilinir ancak, bu davranışlar kişinin fıtratıyla uyumlu olmadığı için problem ve anarşi çıkaracaktır. İnsanlara bir işi yaptırmak isterken emrivaki yapmamak, zorlamamak esastır. Kişiye değer verirsek yaptırmak istediğimiz işi daha kolay, daha rahat ve kişiye de o işi benimseterek istekli bir şekilde yaptırabiliriz. Zorla güzellik olmaz. Her insan kendisinin değerli olduğunu kabul eder ve değer verilmekten de hoşlanır. Dolayısıyla kişiye işi benimseterek yaptırmak daha kolay, işi sahiplendiği için daha güzel ve iyi bir şekilde yapacaktır.
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. (Bakara. 256)
Eğitimde insanı kazanmak, onu özellikleriyle buluşturmanın esas olduğunu belirtmiştik. Kişiyi olduğu gibi kabul etmek, onu en uygun ve yetenekleri doğrultusunda geliştirmek eğitimdir. Onu başkalaştırmak, başkalaştırmaya çalışmak, istediğimiz şekilde değiştiremediğimiz zamanda atmak, tüketmek eğitim değildir. Unutmayalım ki, marangozun kötüsü talaşı çok çıkarandır. Bizim talaş çıkarma, var olan insanı harcama gibi bir lüksümüz yoktur, olmamalıdır. Doğru olan var olanı en güzel ve en iyi şekilde değerlendirmektir.
İnsan hak ve hürriyetleri vazgeçilmezdir. Kişi doğuştan temel hak ve hürriyetlere sahip olarak doğar. Bu haklar başkaları tarafından bir lütuf olarak değil, Allah tarafından insana verilmiştir. İslam dinine göre kişi doğuştan can, mal, akıl, din ve nesil emniyetine sahiptir. Bu beş temel esas kişinin tabii hakkıdır ve hic kimse bunları engelleme hakkına sahip değildir. Kişi fıtratıyla buluştuğu, yaratılış amacının farkında olarak bu amaç için çalıştığı an kemâle, gerçek olgunluğa ulaşacaktır. İnsan hayat ve var oluşundan Allah’ı dışladığı, aşkın boyutu ile alâkasını kestiği an küçülür, düşer; et, kemik, beyin ve beyin fonksiyonlarından ibaret kalır. Bu insan hayatının en büyük ziyanıdır.
“Asra yemin olsun ki insan ziyandadır; ancak iman eden ve salih amel işleyenler müstesnâ…”.(Asr:103/1-3)
İnsanın maddî ve manevî teçhizatı, imkânları, kabiliyetleri “eşref-i mahlûkât” olduğunu ispat için, bu oluşu gerçekleştirsin diye verilmiştir. Bu kabiliyet ve imkânlar fânî dünya için, biyolojik ve psikolojik hazlar uğruna sarf edilirse, ziyan ve savurganlık yapılmış olur.
“Yemin olsun ki o gün, nimetlerden sorguya çekileceksiniz!” (Tekasür:102/8)

Bir yanıt yazın